14 Eylül 2015 Pazartesi

olur öyle.

Geçmişi kurcaladım,
Korktuklarımla yüzleştim,
İçim sızladı biraz.
Kokusu burnuma geldi anılarımın..
Özlemişim..
Zamanın var olup şimdi olmayanlarını.
Rüzgar, gökyüzü, deniz, Ahmet Kaya abimiz, kabak tatlısı ve hatta çilekli süt..
Hala aynıymış ben de, eksiği fazlası yokmuş.
Her şey için teşekkür ettim !
Fakat,
Ben hiç akıllanmadım.
Pişman m? yoo hayır değilim.
Sadece teşekkür etmenin vakti güzelmişti,
Yüzleştim.
Güzelleştim.

20 Haziran 2015 Cumartesi

Deyiş-miyor.


hiçbir zaman hesaplar tutmuyor. ne yapsam, neyi denesem, neye kalkışsam olmuyor. bir şey, bir yerlerde her zaman tutukluluk yapıyor, ilerlemiyor. asıl kurcalayan, iç sızlatan da geçen zaman. tüm bunlar olup biterken zaman olması gerekenden daha az erimiyor. önceden olduğu gibi, şimdi de, sonra da tam olması gerektiği kadar azalarak tükeniyor. hesaplar zamanla da tutmuyor. zamansız da. buradan sonrası insanın tükenmeye başladığı köşe oluyor. keskin bir köşe burası. bir çarpsan elini ayağını keser. işte hepimiz. tam olarak böyle bir köşedeyiz. elimizi ayağımızı kesip gidiyoruz. eksilmiyoruz ama, unutmuyoruz da.. tutmayan hesapların zamansızlığını unutmayalım diye de yaşam bize ufak ufak çentikler işaretliyor.

4 Haziran 2015 Perşembe

KO(r)KU

Her an gidecekmişiz gibi bir korkuyla yaşıyoruz. Hiçbir şeyin, hiçbir anın teminatı yok. . Sanki sadece bunun için yaşayıp, öleceğiz; bir hayvan gibi. Her an avlanmaya müsait. Sonumuzu bilmiyor oluşumuzun o kahreden merakı işte? insan, ne kadar korksa da sonunu merak etmeden duramıyor.

Ama ben daha çok gitmekten ve terkedilmekten korkuyorum.En çok da terkedilmekten. Bu yüzden hep ben gidiyorum. Bir yerde herkes gittikten sonra yalnız başına oturmuş da bir türlü kalkamamış gibiyim.Geçmiş diyorum, hiç geçmiyor. Üstü tozlanıyor belki, belki tamamen kaplanıyor tozla.. Sonra bahar geliyor ve onunla birlikte hafif bir rüzgâr. Rüzgâr sıcak, rüzgar yumuşak.. Bütün o tozu silip süpürüyor. Ulan diyorum bu yok olmamış mıydı?! Yoktu derken dokunuşunu hissediyorum, kokusunu duyuyorum, içim acıyor.

Sonra "şimdi" geliyor. Hey! diyor. Bak, ellerini tutuyorum, gözlerine bakıyorum. Seni seviyorum. Seninle yürümek, koşmak istiyorum. Geçmişine takılırsan düşersin diyor.

Fakat ben eskiden olsa kendimi emanet edebileceğim bir dosta koşardım. kayıtsız ve tasasızca koşardım. koşmayı değil sevinci imtihan ederdim. yürümek demiyorum. bilmem farkettiniz mi? koşmak diyorum. insanın koşarken ki halini hiç düşündünüz mü? yüzünün, kollarının, göğsünün ve bacaklarının bürüdüğü hali gözününüz önüne getirin. çünkü bir insan en fazla koşarken kayıtsızdır. insanın kayıtsız kalabildiği kaç tane anı var ki? Ve bi engelli koşuda gerideki engele takılıp elenmek, yarış dışı olmak kadar mantıksız bir şey olamaz.

Velhasıl haklı diyorum.. Geçmişi affediyorum, küs kalmak da biraz zulüm zaten. Şimdinin elinden tutup koşmaya başlıyorum.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

napıcaz be Kamil ?!

bir şeyler bir araya gelsin diye kıçımızı yırtıyoruz. şartlar oluşsun diye zaman, iyi insanlar bir araya gelsin diye şans bekliyoruz. fakat mevzu bir noktada tıkanıyor. bütün şartların bir arada olmasına yakın, bir şeyler ters yönde ilerlemeye başlıyor. ve artık bütün yorgunluğun, kaybettiğin onca zamanın zerre kıymeti kalmıyor. gelip dayandığın nokta; bıçağın kemikle pişirilip bir bütün halini aldığı noktaya varıyor. kendin dahil, hareket eden her nesneye suçlu gözüyle bakmaya başlıyorsun. anlatacak kimse de yok. anlatacak kimse olsa ne fayda? bizim konuşmaya değil, bizim sonuca ihtiyacımız var artık. beklemek denen, talih denen zalim yoldan bıktık usandık.. eskiden, kalmak için kimsenin nedeni kalmayınca, insan alıp başını giderdi. giderdi çünkü, yol vardı. yol, çareydi. eskiler derman derlerdi yol için. şimdiyse, insanlar kalmak için daha da fazla nedensizler. bunu gözlerine baktığınızda anlarsınız. kötüsü, gidecek yerleri de yok insanların. kötüsü, yol çare değil artık. yol, dert aracı. sorsanız öyle söylerler size. yolu gözlerinde büyütecek ne kadar sebep varsa hepsini anlatırlar size. dirhem utanmazlar. dirhem gözlerini kaçırmazlar.

23 Şubat 2015 Pazartesi

Gidiyorum Tanrım.

Tanrım nasılsın?!
Biraz konuşmak istiyorum izin verirsen, ellerimi açmadan. Tanrım, ben bir adam sevdim, biraz kendim için. Biraz senin için sevdim, allah için derler ya öyle.
Ama benim için ötesi tanrım, yaptığını çok beğendim bu kez. Gökyüzüne sığmayan yıldızlarını ceplerine doldurmuşsun. Gözlerine saklamışsın ırmaklarından. Adını soruyordum söylemiyordu Tanrım.. Dişlerini sayamıyordum, saymak için bakmak istesem gözümü alıyordu parlaklığı. Yakut sanırım. Değil mi tanrım?Güneşigözlerine saklamışsın, ılık dursun soğumasın diye. Ben onun gözlerinde, suyun içine atılmış bir güneş gördüm! Herşey dört dörtlük.. Kalbi beni içine nasıl aldı bir bilsen, Ve nasıl bıraktı bir bilsen.. Ama tanrım, bunlardan değil ayaklarından bahsedeceğim. Gitti, hiç olmadı. Yani o ayaklar, hiç iyi olmamış tanrım.. Hayatı oynuyoruz, oyunlar hep böyle. Severken oynuyoruz kalplerimizle, giderken oynuyoruz kendimizle. Hepsinin içinde ölüm var, öldüren oyunlar oynayarak büyüdük biliyorsun. Saklambaç, kör ebe oynarken ölmüyorduk ama olsun. Ben ölürsem, acı çektirmeden öldürsün senin eleman.İnan çok acı çektim, dayanamam, rest çekerim, ölmem falan.. Şimdi ben tanrım; Herşeye karşı gardımı aldım, gidiyorum.. Bu ayaklarla evet, benimki tahtadan, zorlanacağım ama olsun. Pinokyo benzerliği biraz, ne zaman gitmek istesem ayaklarım uzadı ve dengemi sağlayıp yürüyemedim. Şimdi büyük bir adımla gitmeden evvel, Nereye gideceğimi bilmeden evvel, Bir soru soracağım sana ve cevabını gelince alacağım..
Kaderimde, bir daha gitmek var mı? Bunu unutma tanrım.. Şimdi gidiyorum ve nereye düşeceğimi bilmiyorum. Bunu şimdi söyle tanrım; Rüzgarsız, ılgın, durgun bir havada, ağaçtan ayrılan bir yaprağın, nereye düşeceğini kim belirler?! Şimdi söyle tanrım, düşeceğim.. Biliyorsun intihar acele edilmesi gereken bir iş.. Acele etmeyip beklersen düşünürsün, vazgeçersin falan.
Allah korusun!