27 Şubat 2014 Perşembe

eve döneli 6 ay olmuşsa demek..




      Ailemle yaşadığım günleri düşünüyorum bazen. Değişik evlerdeki değişik odalarımı.. Duvarlarımdaki posterlerimi, dağınık yatağımı, ders notlarımı. Benimle yaşıt Philips marka müzük setimi, hiç bir zaman çalmayı beceremediğim gitarımı, melodikamı. Odamın duvarlarında kimsenin göremeyeceği yerlere kurşun kalemle yazdığım mikroskobik harflerden oluşan cümlelerimi.. Plaklarımı, kasetlerimi.. Herkes yattıktan sonra uykusuzluğu yeni yeni keşfeden bir çocuğun, gece siyahtan laciverte dönene kadar kulaklıkla müzik dinlediğini, penceresinden vücudunun yarısını çıkarıp korka korka sigara içtiğini hatırlıyorum.
       Bu şehirdeyken yat borusu; sabah ezanıydı. Onu duyunca paniğe kapılırdım. Çok geç kalmışım derdim. Bir an önce uyumalıyım. Bazen de aileden biri gecenin ortasında uyanırdı. Ben nefesimi tutardım. Duyulmasın hiçbir şey! Anlaşılmasın uyumadığım! Anlaşılmasın herkes uyurken benim odamda çıplak ayakla volta attığım! İçimden söylediğim şarkılar eşliğinde.. ben o kalp çarpıntılarını çok sevmiştim.O korkuları. Uykusuzluğun en güler yüzlü tarafıydı tanıştığım dönemi... Bir iki saat gözlerimi kapatır annemin beni okula gitmem için uynadırmasını beklerdim. Dünyanın en iyi uyayan çocuk taklidini yapan bendim. Bi çok yıl sürdü bu gece tragedyası.
      Dikdörtgen olan odamda tahmin edileceği gibi yapacak fazla iş yoktu karanlıkta.
      Üstelik en önemlisi sessizlikti.
      Sessizlik..